ISSN 1308-8483

ÇEVİR KAZI YANMASIN
ELİF'ce   

Elif Y. ÖZEL    
  Yayın Tarihi: 26.10.2015    


ÇEVİR KAZI YANMASIN


Eskiden;

Düşünen ve düşünüyor olmasına rağmen mutlu olmayı becerebilen insanlar vardı. Düşünebilmek önemli bir meziyetti o aralar ve bunun için gereken ne ise o yapılırdı.
Kitap mı okunmalıydı, okunurdu. Gündemi takip etmek mi gerekirdi, edilirdi.
Adalete zeval mi geldi, “Hop hemşerim dur bir dakika” denilirdi.
Bunlar bilimle inatlaşan bir o kadar da hayatla uzlaşan insanlardı.
Hiç üşenmezlerdi, “Neden ve nasıl” a bağlanan soru cümlelerini ard arda sıralamaya.
Onlara göre bilimle inatlaşmak;
Savunulan ya da ortaya sürülen konu her ne ise, onu anlamaya ve idrak etmeye çabalamaktı.
Her birini ayrı ayrı elekten geçirmek, sonrasında da, geçeni de kalanı da olması gereken yere koymaktı. Kısacası, geçene de kalana da hakkını verebilmekti.
İnsanoğlunu, önüne konulana öyle hemen inandırmak kolay değildi.
Önce ön elemeyi hakkıyla geçecek, sonra finalde ecel terleri dökecekti.
Sınavı geçecekse bileğinin hakkıyla geçecek, geçemedi mi, bir sonraki finale iyi hazırlanacaktı.
Öyle dayı hakkıymış, dayı hatırıymış hiçbiri sökmezdi. O zamanlar dayı denilince ilk akla gelen annemizin erkek kardeşi olurdu.
Hayatla uzlaşmak ise;
Hayata dair gerçekleri kabullenmekti.
İnsanlara kimliklerine göre öteki beriki muamelesi yapmamaktı.
Komşuya, “Nerelisin?” yerine “Nasılsın?” la başlayan, hal hatır soran sorular sormak ve asla haddini aşmamaktı.
Kendine bir yol çizmekti. Hedef belirlemek ve o hedefe ulaşabilmek için göğüslenmesi gereken tüm zorlukları göze alabilmekti.
Doğru olanın, kolayı seçmekten ziyade, zoru başarmak olduğuna kalben inanmaktı.
İnandığın değerler uğruna mücadele etmek ve her şeyden önemlisi insani değerlerinden asla ödün vermemekti.

Şimdilerde;

Düşünmeyen ve buna rağmen mutlu olmayı hem de çok mutlu olmayı başarabilen insanlar var. Böyle bir kabiliyetin nasıl var edildiği, bence üniversitelerde tez konusu olmalı…
Gelelim bilimle münasebetlerine;
Bunların ne bilime ayıracak zamanları var ne de uğraşmaya istekleri.
Soru cümlesinin nasıl kurulduğu bir tarafa, sorunun ta kendisiyle de işleri olmaz onların.
Eğer çok gerek duyarlarsa, en fazla üç kelimeden oluşan soru cümlelerini kullanıp işlerini hallederler.
Örnek verecek olursak;
“Nerelisin?”, “Kaç çocuk var?”, “Oy verdin mi?”. Cevaba göre ikinci soru gelir arkasından, “Hangi partiye?”, “Kim ölmüş?”. Eğer tanıdık değilse, “Kimlerdenmiş acaba?, “Niye ölmüş?...kesin intihardır. Bu tarz sorular, sorunun cevapla bütünleşik halidir ve karşı tarafı yormaz. Kendin sorar kendin cevaplarsın. “Aaaa kız hamile miymiş? Sanki öğrense adamı bulup hesap soracak… vb.
Soru yoksa aranacak cevapta yoktu. Zaten yukardaki sorular da soru değildi ki, cevabını merak edelim…
Oh ne güzel bundan âlâ konfor olur mu? Mutluyuz, uçuşa geçebiliriz artık.
Ha bir de unutmadan söyleyeyim, bananecilik dozumuzu yükselten, önceden hazırlanıp önümüze konulmuş cümlelerimiz de var. Mesela, “Koy ver rahvan gitsin”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi. Bunlar aynı zamanda şuursuzluk düzeyimizi de arttırıyor.
Bir taşla iki kuş aslında…
Bakalım şu aralar hayatla nasıl uzlaşıyoruz?
Bu önemli bir hadise. Ömrünü uzatmak istiyorsan itaat edeceksin, itiraz etmeyeceksin, söyleneni yapacak ve izin verildiği zaman konuşacaksın.
Kaç tane diyorlarsa o kadar çocuk doğuracaksın, istenilen sayıya ulaştığında, eğer üreme yeteneğine zeval gelmediyse, onların söylediği yöntemle korunacaksın.
Oku dedikleri kitapları okuyacaksın, diğerlerini yak gitsin.
Giy dediklerini giyecek, önüne ne konulduysa onu yiyeceksin, açgözlülük etmeyeceksin, israfa yeltenmeyeceksin.
Çocuğun hangi okula gider, sonrasında iş bulur mu diye de düşünme asla. Bebeler doğmadan hepsi düşünülmüş, hele bir doğsun, önüne altın tepsiyle dayayacaklar zaten.
Sen bunları gördüğünde ne yapacaksın asıl ondan haber ver.
Hayallerin var ve onları gerçekleştirmek mi istiyorsun? Varsa tabi..
Bunun için öyle bir yerleri tırmalamana gerek yok. Dayın var mı? Sen onu söyle.
Varsa, bağrına bas, geç. Yok mu? O zaman git bul onu. O seni mutlak bir yerlerde bekliyor olacak. Git, ara ve bul. Sonra da bağrına bas.
Öyle altı yedi tane dil öğreneceğim diye de paralama kendini. Dayınla aynı dili konuş yeter. Karşı tarafın ne söylediğini anlamıyor musun? Panik yok. Dayına sor, o sana anlatsın.
Unutma; Fazla yük bedeni yorar, fazla bilgi de zihni…
Hayata tutunmak aynı zamanda dayıya tutunmaktır unutma. Sonra da, anlam kaymasına uğramış bu deyim için dua et, et de en kısa zamanda deyimler sözlüğünde hak ettiği yeri alsın.
Unutmadan söyleyeyim. Size bir de iyi haberim var.
Eskiden filmlerde çocuklar “Size baba diyebilir miyim?” derlerdi ya, şu aralar, “Size dayı diyebilir miyim?” i bize yaşatacak bir filmin senaryosu yazılıyor. İnanın bana kimseden duymadım. Hissiyatım bu doğrultuda.
Vizyona girer girmez dayısını yanına alan izlemeye gider artık. Umarım gişe rekorları kırar. Umarım “En ağlak halimize dayımızla gülüyoruz” dalında Oscar’a aday gösterilir.
Ne kadar şahane, ne kadar beklendik ve bir o kadar da mutluluk verici hayaller kuruyorum artık. Bunları yazarken bile mutlu olabiliyorum. Yaşıyor olmaksa paha biçilmez.
Allah kahretmesin beni, ne de kolay mutlu olabiliyorum artık.
Hazır mutlu olmuşken mutlu mutlu veda edeyim sizlere.
Hoşça kalın. Hep mutlu kalın.

Elif Y. ÖZEL




Okunma: 1043









   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)